star.scream

 
état des relations: single
Zodiac sign: Taureau
Anniversaire: 1983-05-15
Nous a rejoint: 2012-02-14
" Şikayet ettiğiniz yaşam, belki de başkasının hayalidir. Lev TOLSTOY "
Points40plus
Niveau suivant: 
Points nécessaires: 160
Dernier jeu
Yatzy

Yatzy

Yatzy
2 années 97 jours il y a

UÇAK(SUNAY AKIN'DAN)

UÇAK

Yıl 1910.

Fransızlar yeni buluşları olan uçağı tanıtmak için tüm uluslardan
katılımcıları davet ederler... Herkes böyle bir icatın gerçekleşmiş olması nedeniyle şaşkın ve meraklıdır...

Dönemin Osmanlı hükümetine de katılımcı için haber gönderilmiş...
Hükümet icatlara oldukça meraklı olan Ali Rıza Paşa'yı gönderelim o meraklıdır demişler...
Ve derhal saraya çağırmışlar...

Kendisine Fransızlar'ın buluşundan bahsetmişler ve Osmanlı'yı temsilen
gitmesini istemişler... Ali Rıza Paşa bunu biz yapmalıydık demiş içinden hayıflanarak...
Yalnız demişler Paşaya; "davet 2 kişilik, yanına 1 kişi daha al onu da sen belirle" demişler... Ali Rıza Paşa biraz düşünmüş ve bir delikanlı var onu götüreyim demiş...

Neyse Ali Rıza Paşa ve delikanlı Paris'in yolunu tutmuşlar... Paris'te otele yerleşmişler... Ve buluşun gösterileceği gün gelmiş. Etraf kalabalık... Meydan ve pist herkes merakla bekliyor... Derken pilot hazırlıklarını yapıyor... Üstüne mont giyiyor birde gözlük takıyor...
Uçak havalanıyor...

Parendeler, taklalar, manevralar müthiş bir gösteri... Piste yeniden iniyor... Alkışlar arasında iniyor uçaktan pilot. Herkes kıskanç ama şaşkın. Bir yetkili bir gönüllü istiyor.
Pilotun arkasında ona eşlik edebilecek cesareti olan; derken bizim delikanlı atılıyor;
"Ben... Ben..." tamam, deniyor. Delikanlıya gözlük ve mont veriliyor...
Delikanlı montu giyiyor gözlüğü takıyor. Kalabalıktan sıyrılmak üzere iken Ali Rıza Paşa kolundan tutuyor bizimkinin!

"Boşver sen binme, bırak başkası binsin" diyor...

"Neden" diye soruyor delikanlı; "Birşey mi hissettiniz?"

"Yok, sen yinede binme evlat!" diyor Paşa... Derken başkası biniyor uçağa. Uçak havalanıyor delikanlı öfkeli paşaya! Parandeler... Manevralar... Derken uçak alev topuna dönüyor ve piste çakılıyor! 2 ölü! Delikanlı Paşaya bakıyor hayretler içinde... Paşa mağrur ve mutlu, bir insanı kurtardığı için. Ama bir başkası ölmüştü... Ama kurtardığı bir insan değildi... Bir ulustu...

Çünkü delikanlı Mustafa Kemal Atatürk'tü!

Sevgilerimle...

Sunay AKIN




BİR AŞK HİKAYESİ

BİR AŞK HİKAYESİ

Heybeliada’daki Deniz Okulu’ndan mezun olan İsmail Türe, kendi gibi Gelibolulu olan bir genç kıza kaptırır gönlünü. İki sevgili parmaklarına nişan yüzüğü taksalar da, birbirlerini çok seyrek görmektedirler. İsmail Türe denizaltıda muhabere subayı olarak görevlidir çünkü. Üsteğmenin aklına harika bir fikir gelir; nişanlısına ışıklı mors alfabesini öğretecek, Çanakkale’den geçiş yapacakları geceyi planlı olduğu için önceden bildirecek ve böylelikle haberleşeceklerdir. Boğazı yüzeyden geçmekte olan denizaltının kulesindeki denizciler sigara içmekte, sohbet etmektedirler. Aralarından birinin heyecanlı olduğu her halinden belli olmaktadır. Gelibolu kıyılarına geldiklerinde, karanlık içindeki evlerden birinden bir el fenerinin yanıp söndüğü görülür: “Seni seviyorum…” Arkadaşları gülümseyerek İsmail Türe’ye bakarken, genç aşık elindeki fenerle sevgilisine karşılık vermektedir…
Bu olaydan sonra iki sevgilinin aşkı düşmez olur denizaltıcıların dillerinden. Herkes, haberleşmek için kurulan ışık yolunu konuşur. Arkadaşları: “Evlen artik şu kızla da, buradan her geçişimizde selamlaşmayı bırak artik” diye takılırlar İsmail Türe’ye. Denizaltının üstünün ve altının bir olduğu yağmurlu günlerde bile, Çanakkale Boğazı’ndan geçilirken, elindeki fenerle aşk nöbeti tutan yakışıklı denizci gözünü bir an olsun ayırmaz Gelibolu kıyılarından.

Yine bir gün, yirmi yedi yaşındaki Üsteğmen, Çanakkale’den geçecekleri gün ve saati, denizaltının uğradığı bir limandan haber verir nişanlısına. Ege Denizi’nden Boğaz’a giriş yapacaklarını, en öndeki denizaltının kulesinde olacağını bildirir. Genç kızın gözüne her zaman olduğu gibi, o gece de uyku girmez. Büyük bir sabırla pencerenin önünde oturmakta ve gözünü hiç kırpmadan denize bakmaktadır. Fenerine yeni pil almış olsa da, arada bir yanıp yanmadığını kontrol eder yine de… Birden, dev bir karartı belirir suyun üstünde. Güneyden gelen bir denizaltı, penceresinin görüş sahasına girmiştir.

Genç kız pencereyi açar ve gecenin karanlığına uzattığı elleriyle feneri yakıp söndürür. “Seni seviyorum…” Kulede bulunan denizaltının komutanı Bahri Kunt işareti görünce gülümser: ”Hay Allah, bu kız denizaltıları şaşırdı. Nişanlısının denizaltısı bizim önümüzdeydi…” Bir anlık tereddütten sonra Birinci İnönü denizaltısının komutanı Bahri Kunt, yani gönderilmezse genç kızın telaşlanacağını düşünerek, karşılık verilmesini emreder. Yanındakilerin: “Ne diyelim komutanım?” diye sorması üzerine de şunları söyler: “Ebediyete kadar…”

O gece Üsteğmen İsmail Türe’nin görev yaptığı Dumlupınar, Çanakkale Boğazı’na giriş yapan ilk denizaltı olmuştur. Ama Gelibolu kıyılarına gelmeden Nara Burnu açıklarında İsveç bandıralı “Naboland” adlı gemi tarafından çiğnenmekten kaçamamış ve yaralı bir balina gibi acı dolu sesler çıkararak, Çanakkale’nin karanlık sularında kaybolmuştur. Her şey birkaç dakika içinde gerçekleştiğinden, arkadan gelmekte olan Birinci İnönü denizaltısı Dumlupınar’a çarpan geminin yanından habersizce geçerek, Gelibolu’ya ulaşan ilk denizaltı olur. Genç kız, nişanlısından haber almanın huzuru içinde başını yastığa koyduğunda, genç denizci çoktan dalmıştır “ebediyete kadar” sürecek olan uykusuna!..

Sevgilerimle...

Sunay Akın

https://www.youtube.com/watch?v=_MjCrX3IT1A


ZAMANIMIZI ÇALMADAN!..

Zamanımızı çalmadan!..

Chicago'da üretilen Schwinn bisikletleri, her çocuğun rüyasını süslerdi. 1895 yılında, bir Alman göçmen Ignaz Schwinn
tarafından üretilen bisikletlerin çoğu da çocukların hayallerinde kalırdı. Son derece pahalı bu bisikletleri yoksul ailelerin oturduğu semtlerin sokaklarında görmek olanaksızdı.

1942 yılının 17 Ocak günü, tabelacı Marsellus'un bir oğlu gelir dünyaya. Çocuğa Cassius adı koyulur. Marsellus kılı kırk yararak kazanmaktadır geçim parasını. Çok geçmeden, Schwinn bisikletleri Cassius'un da hayal dünyasındaki tahtına oturur. Tabelacı Marsellus, 12 yaşına giren oğluna aldığı armağan ile evlerinin bulunduğu sokağa girdiğinde, çocuklar da ardına takılır. Çünkü, Cassius'un armağanı bir Schwinn bisikletidir! Kentucky'de, yoksulların yaşadığı semtte bir Schwinn bisikletinin ömrü çok olamaz! Cassius'u karakolda gözyaşları içinde görürüz! Bisikletinin çalındığını anlattığı polis memuru Joe Martin'e şunları söyler, hıçkırıklara boğularak: "Eğer o hırsızı yakalarsam kimse elimden alamayacak. Onu sabaha kadar kırbaçlayacağım!" Polis memuru Martin çocuğun cüssesinden etkilenerek, 
çocuğun hayatını değiştirecek bir teklif sunar: "Bak evlat, benim bir boks salonum var. Oraya git ve boks öğren. Hırsızı yakalayınca da kırbaçlamak yerine bir güzel pataklarsın."

Bu sözler bir geleceği şekillendirmiştir...

1960'da, Roma Olimpiyatları'na katılacak ABD boks takımı seçmelerinde görürüz, 18 yaşındaki Cassius'u. Olimpiyat takımına seçilse de buna sevinemez. Çünkü, Cassius uçaktan çok ama çok korkmaktadır. Hayatının bu en önemli spor organizasyonuna katılmak istese de uçak korkusu onu nakavt eder ve takımdan çekilir. Ne var ki, onun dünyanın en iyi boksörü olacağına inanan antrenörleri sabah akşam dil dökerler kapısında. Sonunda Cassius, uçağa binmeye ikna edilir. Ama bir şartı vardır!.. ABD boks takımını Roma'ya götüren uçakta tüm sporcuları koltuklarını arkaya yatırmış görürüz. İçlerinde biri var ki uçağa bindiği ilk andaki gibi dimdik oturmakta ve kaskatı kesilmiş şekilde ileriye bakmaktadır. Şartı gerçekleşen Cassius'tur elbette bu yolcunun adı. Genç boksörün sırtında uçağa binmek için ortaya sürdüğü şart, yani paraşüt takılıdır!

Roma'dan altın madalyayla dönen Cassius, 1964'te hayatının en önemli maçlarından birine daha çıkar. Rakibi, Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu Sony Liston'dur. Bu maçı da kazanan Cassius Clay, 1975'te Müslüman olmaya karar verir ve adını
"Muhammet Ali" olarak değiştirir!..

Şaşırdınız değil mi? 

Bir Amerikan askeri olarak Vietnam'a gitmeye karşı çıkan Muhammet Ali'nin elinden unvanı alınarak hapse atıldığında yer yerinden oynar. Protestolar karşısında çaresiz kalan Amerika, geri adım atmak
zorunda kalır. Bu olay, dünya barışı adına Muhammet Ali'nin kazandığı en önemli maçtır. Ne yazık ki, onun bu tavrını Amerika'nın Irak işgali sırasında anımsayan çok azdır...

Düşündüğümüz zaman, Kentucky'nin bir kenar semtinden Schwinn marka o bisikleti çalan
hırsız, 12 yaşındaki Cassius'a dünya ağır siklet boks şampiyonluğunun yolunu açtığını elbette bilemezdi. Günümüzde yapılan hırsızlıklar, kimleri, nerelere taşıyor dersiniz!?

Zamanınızı çalmadığıma inanarak son sözü hırsızların en büyüğü Al Capon'a veriyorum: "Çocukluğumda Tanrı'ya her gece bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Baktım böyle olmuyor, ben de tuttum bir bisiklet çaldım ve geceleri Tanrı'ya beni affetmesi için dua etmeye başladım!"

Sevgiyle kalın...

Sunay AKIN





 


H İ Ç . . .

HİÇ

Hiç Bir insanı unutmak,
bir insandan vazgeçmek,
bir insanı hayatından  sonsuza kadar çıkartmak zorunda
kaldın mı hiç?
Hani ölmüş gibi,
hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi,
her an kapından içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip
ama aslında hiç gelemeyeceğini de bilmen  gibi.
Ne zor şey değil mi ölmediğini bilmek,
ama ölmüş gibi ulaşılmaz olması artık o insanın sana,
ne kadar katlanılmaz bir gerçek değil mi
sen hala bu kadar sevgili iken?

Özlemek,
bu kadar özlemek,
etini kemiğini yakarcasına özlemek...
çok kötü değil mi?
Bu kadar özleyip onu  görememek,
ona dokunamamak,
onu işitememek,
artık sonunun "Pi" hali  degil mi?
Biliyorsun değil mi?
Ne kadar umutsuz bir arayıştır o,
kalabalık caddede geçen binlerce yüze bakmak
belki bir kez daha görebilmek için o yüzü,
belki biraz önce geçti bu kaldırımdan diye düşünmek,
belki şu an arkamda yürüyen insanların içinde bir
yerde demek,
belki şu an  üzerimdedir gözleri diye paranoyalar
yaşamak
ne zordur değil mi?
Ne kadar eritir insanı farketmeden.
Sende biliyorsun değil mi bunları?

Bir sinema koltuğunda sende iki kişi gibi oturdun mu hiç?
Hiç iki kişi gibi zevk aldın mı bir konserden yalnız başına.
Güzel bir kafe keşfettiğinde,
güzel bir film seyrettiğinde,
güzel bir şarkı dinlediğinde
güzellikleri oranında eksik kaldıklarını hissettin mi
paylasamadığın için onunla?
Bir barın kalabalığında hiç yarım vücudunla sallandın mı ortada?
Hiç iki kişilik beyninle yarım insan olabildin mi?
Baktığında aynana sadece yüzünün bir yarısını gördüğün
oldu mu hiç?
Sana hayatındaki en büyük yoksunluğu yaşatandan
nefret edemediğin zamanlar oldu mu hiç?
Gözünün içine baka baka  kolunu bacağını kesen bir insanın yüzüne
sevgi dolu bir gülümseme ile  bakabildiğin zamanlar
oldu mu hiç?
Hayatta inandığın bütün değerlerini  altüst eden
birisine aşk şiirleri yazabildin mi?
Onu içinde korumanın seni  yok etmek olduğu zamanlara
feda oldun mu hiç?
İçinde ağlayan çocuğa umut şarkıları söyleyemediğin,
özlemini,
susuzluğunu,
açlığını gideremediğin  zamanlar oldu mu hiç?
Kanayan yarasını gördüğün
ama merhem olamadığın  zamanlar.

Gücünün,
hani o tanrısal gücünün
bir çocuğun ağlamasını susturamayacak kadar olduğunu
gördüğün zamanlar
oldu mu hiç?
Hiiiiiiiiiç...
Hiiiç...
hiç...
bir hiç...


Can DÜNDAR




HAYALLERİN(İZ) NELER?

HAYALLERİN(İZ) NELER?

Herkesin hayalleri vardır benim bildiğim, herkes bir şeyler ister. Peki yeter mi sadece istemek?

Multi-milyoner bir ailenin ya da ünlü bir oyuncu / şarkıcı ailesinin ferdi iseniz evet ama ne yazık ki hepimiz şanslı doğamıyoruz gördüğüm kadarıyla. Hepimizin babası fabrikatör değil ne yazık ki ve annelerimiz victorias secret mankeni olamadı hiç. Ama üzülmeyin derim, çoğumuz daha mutlu olabiliriz bir çok richie richden. Bazen kıymet bilmek en büyük zenginliktir der büyüklerimiz tabi çoğu zaman dinlemeyiz.

Bazen kendi kendinize sitem ediyor olabilirsiniz, "çok mu şey istiyorum ya!" diye. Belki çok değil ama herşeye zamanın olmuyor, üzülmeyin derim. Her istediğiniz zınk diye olsaydı eğer o zengin, şımarık insanlardan farkınız kalmazdı inanın. Bir şeyi gerçekten istiyorsanız elde etmek için her şeyi yaparsınız. Yani en azından öyle umuyorum.

Ama her şey bir oyundaki kadar kolay değil. İstediklerinizi elde etmek için çalışmalısınız. Evet üzgünüm ama bu bir gerçek, o hiç sevmediğiniz şirkete gitmek zorundasınız ve o nefret ettiğiniz patronlarınızın nazını çekmelisiniz. Başka bir değişle sizden istenileni yapmak zorundasınız çünkü ay sonunda yüzünüzün gülmesi herşeyden önemli. Peki istedikleriniz standartlarınızı aşıyorsa?

Peki ya istediğiniz şey, hayalini kurduğunuz şey, somut bir şey değilse?

Evet beyler, bayanlar burada aşktan bahsediyorum. Öncelikle beylere sesleniyorum, hayalini kurduğunuz kadın gözlerinizin önünde ve siz ona ulaşamıyorsunuz... Kural mural saymayacağım herkesin karşı cinse uyguladığı çeşitli yakınlaşma taktikleri vardır ama bu sefer taktik yok. Kendinize güvenin, sizde onun kadar insansınız. Sırıl sıklam aşık olsanız bile karşınızdaki insanda sizin gibi nefes alıyor, yürüyor ve onunda bir kalbi var, belki de sessiz sessiz sizin için çarpıyor. Bilemezsiniz. Bu bilinmezlik yüzünden de her türlü şansı denemelisiniz. Tabi tadını kaçırmadan. Unutmayın kadınlar bir biri ile çelişkili 10 konu hakkında aynı anda düşünebilir ve görüş sahibi olabilir. Tek düze değillerdir ve her nasılsa farkedildiklerini her seferinde anlarlar. Gerçekten bir bayanın kalbini kazanmak istiyorsanız yani istediğiniz şey herşeyden önce buysa, kendinize güveniniz tam olmalı, kimsenin gazına ihtiyacınız yok, siz ne iseniz osunuz. Bir başkası olmanıza gerek yok. Güç sizinle.

Ve bayanlar, hepimizin bildiği gibi istediğini elde etme konusunda ki en yetenekli varlıklarsınız, net. Ama her erkek isteklerinize cevap vermeyebilir. Evet dünya sizin etrafınızda dönüyor olabilir ama çoğu kez gerçekten çaba harcamalısınız. Hani istediğiniz erkeğin kalbini kazanmak için çabadan çok gerçek olmanız lazım. Hissettirmeniz lazım. Biraz odun olduğumuz binlerce araştırmayla kanıtlanmış, beyaz atlı prens oranı çok düşük bir dünyada yaşıyoruz. Genelde istedikleriniz, kriterleriniz belli olur, uğruna canınızın yanmasını engelleyemediğiniz beylere zaman tanıyın. Her hedefe misilleme yapmayın ! Sonra siz üzülüyorsunuz, tüm erkekleri lanetliyorsunuz ve ne yazık ki hepimizi aynı keseye koyuyorsunuz. Gerçek olun!

Sözün özü istenilen her şey için efor sarf etmek gerekiyor. Hiçbir şey bedava değil. Her şeyin bir bedeli vardır sözüde gerçek. İsterseniz trilyoner olun, birinin kalbini kazanmanız için çaba göstermeniz şart. Gerçi dünya hızla değişiyor yakında ne aşk ne sevgi ne de bir şey için çabalamak ifadesi kalmayabilir. Ama ne olur ne olmaz biz bildiğimizden şaşmayalım en azından tehlikeli yakın gelecekte insan olarak kalırız.

Emir KESKİN
askmen.com